Motivasyon Kartları

🌟 MUTLUYKEN SÖZ VERME, ÖFKELİYKEN KARAR ALMA!

Yazı Boyutu:

Kart Yorumu

Bana bir teklif geldiğinde, içdünyama dönüp bakıyorum. Eğer çok neşeliysem, çok öfkeliysem, “Ben sizi arayayım...” diyorum. Çünkü neşeliysem de öfkeliysem de vereceğim cevap daha sonraki yaşam döngümde ters bir olayla bana geri geliyor ve sıkıntıya dönüşebiliyor. Çok neşeliyken söz vermemeye, öfkeliyken karar almamaya çalışıyorum. Normale dönünceye kadar, vereceğim cevabı bekliyorum. Geriye dönük yaşamıma baktığımda aldığım kararlara, verdiğim tepkilere bakıyorum. Birçoğunda o kararı verdikten sonraki süreçte sıkıntı yaşadığımı fark ettim. En doğru kararları genelde birkaç gün üzerinde düşündüğüm, acele etmediğim, akışına bıraktığım dönemlerde aldığımı fark ettim. Heyecanlıysam, içimde bir acelecilik duygusu varsa, hemen olsun istiyorsam, birkaç gün sakinleşene kadar bekliyorum. Ondan sonra verdiğim kararların daha iyi sonuçlarının artık farkındayım. Bu arada bunları fark ettikçe, geçmişte verdiğim ve onlarca zamanıma mal olan kararlardan dolayı da geçmişteki halimi affettim. Bazen geçmişteki halimize de kızgın olabiliriz. Her insanın geçmişinde doğru bildiği ama yanlış olduğunu ileride anladığı bir dönemi olabilir. Geçmişte her ne yaşandıysa, oldu ve bitti. Tövbemi ettim ve bugünden sonra yeni bir gelecek için adım atıyorum. Bütüne şifa olsun. Muhittin Arabi’nin dediği gibi: “Her iddia sınanır.” Bu nedenle iddiada bulunmuyorum. “Bundan sonra çok düzgün adam olacağım!” dersem, bu bir iddiadır, büyük ihtimalle sınanırım. Bunun yerine, “Bundan sonra düzgün bir kul gibi yaşamaya niyet ediyorum...” diyorum. Kendi hayatınızı bir düşünün. Her iddia ettiğiniz olaydan sonra ne yaşadınız? Büyük konuştunuz ve ne yaşadınız? Bir daha asla dediniz ve acaba yine aynısını yaptınız mı? Bir başkasını kınadınız siz veya sevdiklerinizden birisi o kınadığınız şeyi yaptı mı? Sakin bir zamanda bunları bir düşünün. Umutsuzluk, vesvesenin eşidir çünkü Allah’a olan inancınızı kaybetmeniz için çaba gösteren bir negatif enerjidir. O yüzden vesvese umutsuzluktan, kavgadan, açık aramadan beslenir. “Onun açığını bulayım! Onu alt edeyim, canına okuyayım!” Yani kavga etmeyi sever. Kavgacı bir yapınız varsa, büyük ihtimalle enerji alanınız kirlenmiş olabilir. Geçmişte beddua ettiniz mi? Birinin kötülüğünü dilediniz mi? Ya da helal olmayan bir harekette mi bulundunuz? Verdiğiniz bir sözü mü tutmadınız?” gibi düşüncelerden beslenir. Buna benzer durumlarda enerji alanınızın içerisine negatif enerjiler girebiliyor. Bunların hepsi düşük enerjidir. Huzurlu bir insan kavga ile beslenmez. Huzuru arayan insan, kavga ile karşısındakinin enerjisini düşürüp onun enerjisinden beslenmez. Enerjinizi yükselttiğiniz zaman, o enerjinin peşinde koşan insanlar bir anda ortaya çıkacaklar. “Keyfim yerinde, enerjim yüksek” dediğiniz bir anda, o enerjiye ihtiyacı olan (enerjisini Allah’tan alamayan) bir kişi sizi telefonla anında arayabilir, “Bir sıkıntım vardı, tam da aklıma sen geldin...” der. Enerjiniz yükseldi ve telepatik olarak o kişinin aklına düştünüz. O da kendine enerji arıyordu. Size bir saat derdini anlatır ama amacı derdine derman değildir. O derdin iyileşmesini istemez. İyileşmesi işine bile gelmez. Çünkü o dert sayesinde başkalarından enerji beslenmektedir. Şimdi o derdi şifalanırsa, etrafı hangi konu ile rahatsız edebilecek? Amacı çözüm bulmak değil. Her zaman kulağınıza küpe olsun. Amacı derdini çözmek değil, sürekli dert anlatmak olanları sevgiyle hayatınızdan uzaklaştırın. Diyeceksiniz ki bu kişi eşim, annem, babam, kardeşim ya da en yakın arkadaşım. Bu da bir nevi sizin denge sınavınızdır. Bu tür kişiler sizi gerip gerip delirtirler. Hiçbir zaman anlam veremediğiniz sebeplerden, ufacık bir olaydan, dünyayı başınıza yıkarlar. Hep de size hoşlanmadığınız sözleri söylerler. Siz de ani sinirlenirsiniz ve tüm enerjinizi o anda sizden çekerler. Kendi üstlerindeki korku, endişe, sinir enerjisini de anında size gönderirler. Böyle durumlarda karnınız şişmeye başlar. Siz kilo aldım zannedersiniz lakin karnınızın şişkinliği bazen, yanınızdaki insanların öfkesi de olabiliyor. Atalarımız bize hep, “Çok çalışacaksın, ekmek aslanın ağzında, zenginler kötüdür, bu kadar mal haramsız olmaz, namusunla yaşayacaksın, hep vereceksin, istemeyeceksin, almak ayıptır...” demişler. Rekabet dünyası anlatılmış; huzurlu bir hayat, ihtiyacımız olanın bize yetebileceği bir yaşam anlatılmamış. Çok çalışmak anlatılırken, nasıl mutlu olunur? Nasıl aile ile güzel ve neşeli vakit geçirilir? Aile içi bireylerin birbirleri ile geçirdikleri vakitle birlikte, ayrı ayrı kendilerine de zaman ayırıp kafa dinledikleri özel vakitlerinin de olabileceğini doğru dürüst ne anlattılar ne de kendi yaşamları ile göstererek örnek olabildiler. Hayat çok ilginç. Binlerce kişi ile sohbet etme şansım oldu ve her geçen gün daha da artıyor. Bu sohbetlerde dinlediklerimi toparlamaya başladığımda, herkes bir arayış içerisinde. Herkes bir diğerinden şikâyetçi. Diğer kişilerdeki farklılıkları kabullenmekte zorlanıyorlar. Aile bireyleri içerisinde beş parmağın da bir olmadığını en sonunda anladım. Aileler arasında da birbirleriyle alakaları olmayabileceğini de kabullenmeye başladım. Yani iki kardeşin kurduğu yuvalardaki eş ve çocuklar da farklı huylarda, bakış açılarında yollarına devam edebiliyorlar. Yani hiç kimse tek model, tek bir davranışta değil. Sürekli değişen huyların, davranışların olduğu kuşaklar dünyaya geliyor. Burada en dikkatimi çeken durum şu. Anne baba deli gibi çalışıyor ve çocuklarını bir başkası büyütüyor. Herkes ekmek parası için bunu yaptığını söylüyor. Ya da mecburiyetten. Dünyaya gelen her çocuğun acaba kaçı olması gerektiği gibi yetiştirilme şansına sahip oluyor? Bu yetiştirilme içerisinde beslenme ve bilgisel olarak yetiştirilmeden bahsediyorum. Her çocuğun anne sütü ile beslenmesi gerekiyor. Lakin dünya anne sütü taklidi toz sütlerle dolu. Şimdi bir düşünelim. Annelerin çoğu sezaryen doğum yapıyor. Sezaryenden sonra sütün gelmesi neredeyse bir haftayı bulabiliyor. Çünkü doğum tarihi doğal süreç değil, siz belirlemiş oluyorsunuz. Doğal doğum yapıldığında anne sütü bebek doğduktan sonra hazır. Çünkü her şey akışında. Belki süt azdır, belki fazladır. Lakin her şey doğalında ilerliyor. Şimdi bu sistem içerisinde insanların dünyaya gelişi de değişti. Vaktimiz gelmeden doğuyoruz. Çocuk bir an önce büyüsün, konuşsun, yürüsün istiyoruz. Okul hayatıdır derken bir baktık ki, çocuk yarış atına döndü. Bu yarış atı konusunda birçok kişi şikâyetçi. Lakin durumun biraz derinlerine bakacak olursak işin içinde aslında, çocuğu yarış atına sokan anne ve babanın kendi içsel dünyalarında başaramadığı olgular olduğunu fark ediyorsunuz. İçsel dünyasında eksiklik ya da tamamlayamadıkları olan kişilerin muhtemelen dış dünyaları da aynı şekilde eksikliklerle doludur. Bu eksiklikleri de genelde dünya malı, şan şöhret, makam mevki ve başarı ile gizlemeye çalışırız. İçsel olarak bu durumlarda kişiler kendilerini, eksiklerini gizlediklerini zannederek vicdanen rahat hissediyorlar. Bilmedikleri şu ki, devekuşu başını istediği kadar toprağa soksun, gönül gözü açık insanlar, maskeli kişileri çoğu zaman fark ediyorlar. Tabii bu nokta bir nevi Allah’ın takdiri ve nasibi de aynı zamanda... Şimdi rekabete bakalım. Küçükken “Kardeşin senden daha iyi! Komşu çocuğu senden daha iyi...” demişler. Kıyaslamadan dolayı hep rekabet içine bizi sokmuş olabilirler... Bu rekabetçi durum hayatımızın her alanında var. Farkına varmadan yemeği bile hızla bir yarış içerisinde yiyoruz. Yarışı bırakmadığınız durumda huzuru yakalamanız çok zordur. Niyet edin tüm kontrolcülükleri bırakıp, ilahi akışa güvenmeye. Bülent Gardiyanoğlu’nun “Gönül Gözü” kitabından alınmıştır.
: / :